9 Ağustos 2014 Cumartesi

Benim Peygamberim Beni Kurtarır

Oruç Reis esir edilmişti. Bir süre zindanda kaldıktan sonra çıkartılarak bir gemide küreğe çakıldı. Papazlar ve Şövalyeler, İtalyanca, Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü sohbeti yerinde plan Oruç Reis ile konuşmaktan zevk alırlardı. Şövalyeler ona karşı hürmet duyuyorlardı. Sohbet sırasında ona:


-Ey Osmanlı! Sen güzel sözlü bir kişisin. Bizim lisanımızı da fevkalade konuşuyorsun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel bizim dinimize geç! Adı sanı belli bir adam olursun. Büyük bir şövalye kaptan yaparız seni,dediler.

Oruç Reis:

-Kâfirlerin iyiliği bu mudur? Dinimden dönüp hükümdar olmaktansa müslüman esir kalmayı tercih ederim. Şu duvarlardaki resimleri elinizle dizersiniz ve onlara taparsınız. Şimdi onları ateşe atsalar veya çölde bir kuyuya bıraksalar, veyahut balta ile pare pare eyleseler, kendilerini kurtarıp halas etmeye kadir değildirler, dedi.

Şövalyeler:

-Görelim senin Peygamberin neyler, işte halin  malum, dediler.

-Benim Peygamberim iki cihan fahridir. Bütün evliya  ve enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak teâlâ’nın avni ve inayeti ile gelip beni buradan kurtaracaktır, dedi.

Şövalyeler gülerek:

-Hele sen küreği çekmeğe devam et. Bu hava ile gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kürek mahkumiyetinden kurtarsın, dediler.

Aradan zaman geçti. Bir gün kürek çektiği gemi şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Dalgaların arasında ceviz kabuğu gibi sürükleniyordu. Bu hengamede Oruç Reis’in zincirleri de koptu ve kendisini denize bıraktı. Dalgalarla bir müddet boğuştuktan sonra sahile ulaştı. Daha sonra arkadaşları ile buluştu ve yeniden denizlere açıldı. Bir muharebe sırasında, kendisini esir etmiş olan Şövalyelerden birkaçı, şans eseri Oruç Reis’e esir düştüler. Onları görünce yanına getirtti ve şunları söyledi:
-Ben sizlere demedim mi, benim Peygamberim gelir beni kurtarır diye! İşte geldi, kurtardı. Varın reisinize söyleyin, ben gene ona varayım, ne kadar demiri varsa vursun, Peygamberimiz bize, Allah’ın izniyle yine yardım eder.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Lokman Hekim'in Esareti

Lokman Hakîm hazretleri günlerden bir gün eşkıyâ tarafından yolu kesilip, esîr edildi. Kendisini yabancı bir şehre götürüp, köle olarak bir zengine sattılar. Efendisi ona kerpiç yapma gibi ağır işler verdi. Lokman Hakîm, işin zorluğundan şikâyet etmeyip, herkesten daha iyi çalışıyordu. Zamanla efendisi, hazret-i Lokman'ın; şefkatli, güç işlere dayanır ve iyilik sever birisi olduğunu anladı. Lokman Hakîm'e değer verip, sevdiği kimselerden biri oldu.

Sonunda efendisi, hemşehrilerinden bir topluluğun o şehre gelmesi ile, hazret-i Lokman'ın kim olduğunu öğrendi. Daha önce Lokman'ı tanımadan şöhretini duyan zengin efendi, hâdisenin böyle cereyân etmesine üzüldü. Lokman Hakîm'den özür diledi. Kendisine, pek çok mal ve para hediye ederek serbest bıraktı. Ona: “ Neden kendini daha önce tanıtmadın, dedi. Lokman Hakîm;”Bana zulmedenler, kötülük yaptıklarını bilmiyorlardı. Beni tanımıyorlardı. Ama hür birini esîr almak zulümdür. Bu Lokman olmazsa, günâhsız başka biri olur. Zâlim kimse, hikmetin değerini bilmez. Fakat sen gücümden faydalanmak için beni satın aldın. Şehrinizde benim hakkımı iâde edecek bir kânun da mevcûd değildi. Ben sonunda kıymetimin anlaşılacağını ve sabrın hikmetten üstün olduğunu biliyordum.

Her şeye rağmen çalışacaktım, burada çalıştım. Yaşıyacaktım, burada yaşadım. Her şeye rağmen iyi olmalıydım. Burada iyiydim. İşimin ağır olması, sağlığın değerini daha iyi anlamama ve kendi şehrimde olan kölelere daha iyi davranmama sebep oldu. Yemeğimin iyi olmaması, düşkün ve fakîrlerin sıkıntılarını daha çok anlamama yaradı.

Köleydim ama suçum yoktu. Sıkıntıda idim, fakat ibret ve nasîhat alıyordum. Kimseye, inanmayacağı bir söz söylemedim. Kimsenin benimle düşman olmaması için, kendimi övüp, büyük göstermedim. Şehrinize geldim ve tanınmayan bir yabancıydım. Şu anda ise, aranızdan beni hayırla anacak dostlarım var? Eşkıyâ benim varlığımdan faydalandı. Sen de benim gücümden istifâde ettin.

Lokman'ı iddiâ edildiği şekilde değil, gördüğün şekilde tanıdın. Allahü teâlâya şükürler olsun ki, netîce îtibâriyle, sen de benden memnun oldun. Ben de hoşnut olarak memleketime dönüyorum. Eğer ilk gün kendimi tanıtsaydım, belki de inanmayıp bugün daha utanılacak bir duruma düşecektin; yâhut da inanıp, beni kölelikten âzâd edecektin. Bu iyilikler de meydana gelmeyecekti. Zengin kişi bunun üzerine dedi ki:”Ey güneş gibi parlak insan, sözlerin, seçkinlerin ve peygamberlerin sözlerine benziyor!”

Ayeti Kerimenin İndirdiği İftar

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin küçük yaşta hastalanırlar. Hz. Ali ile Hz. Fatıma çocuklar iyi olunca, ikisi de oruç tutar. Birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek, iftar etmeden, ikinci günün orucuna başlarlar. O  akşam iftarlığını da, yine o saatte kapıya gelip, (Allah için bir şey verin!) diyen fakir ve miskinlere verdiler. O gece de, iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahi, kapılarına gelen esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler.

Bunun üzerine, Ayet-i Kerime indi. Ayet-i Kerimenin Meal-i Alisi şöyledir: 

"Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahu Teala'nın rızası için yitirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, bir şey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler.  Bunun için, Cenab-ı Hak, onlara Şarab-ı Tahur içirdi."
(İnsan, 7-9, 21)

Orucu Yaşayanlar, Salih Büte, Kayıhan Yayınları, 2007

O Senin Ailenden Değil

Hz.Nuh'un kafirlerle beraber bulunan bir oğlu vardı. Hz. Nuh oğlunu dalgalardan kurtulmaya çalışırken görünce seslendi:
- Ey oğulcağızım! Bizimle gemiye bin. Sakın kafirlerle beraber olma!
- Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım!
- Allah dilemedikçe, bugün O'nun azabından koruyacak hiçbir şey yoktur.
Hz.Nuh ile oğlunun arasına dalgalar girdi. Hz.Nuh'un oğlu da boğulanlardan oldu. Hz.Nuh oğlu için çok üzülmüştü. Nasıl üzülmesinki? O kendi oğlu değil miydi? Hz.Nuh dünyada sudan kurtulamayan oğlunu hiç değilse kıyamet günü kurtarmayı arzu etti!
Muhakkak ki, ateş sudan daha şiddetlidir. Ahiret alemindeki azap daha korkunçtur. Acaba Allah, kulu Nuh'a aile efradını kurtaracağına dair bir söz vermemiş miydi? Elbette vermişti. Allah Teala sözünden caymayacağı için Hz.Nuh Allah katında oğlu için şefaatte bulunmayı istedi.
Hz.Nuh rabbine şöyle yalvardı:
- Şüphesiz oğlum benim aile efradımdandır. Muhakkak ki, senin aile efradımı kurtaracağına dair verdiğin sözün haktır. Sen hakimlerin hakimisin!
Fakat Allah, soylara, soplara değil sadece amellere bakar. Allah kendisine ortak koşanlar hakkında yapılan şefaati kabul etmez. Allah'a ortak koşan bir kimse peygamberin ailesinden biri olamaz. İsterse öz oğlu olsun! Allah, Nuh kulunun dikkatini bu hususa çekerek şöyle buyurdu:
- Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o iyi olmayan amellerin sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Seni  cahillerden olmaktan menederim.
Hz.Nuh (a.s.) hemen hatasını anladı ve derhal Allah'a yönelerek tevbe etti ve yalvardı:
- Ey rabbim! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana düşenlerden olurum. 
Kaynak:  Kur'an'ın Işığında Peygamberlerin Kıssaları, Ebu Hasan Ali En-Nedvi, Çev.Ali Arslan, Hikmet Neşriyat

5 Ağustos 2014 Salı

Doğum Günü Hediyesi

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,”Biraz bekleyeceksin hocam,” dedi.
“İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum.”
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. 
Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, “Ekmeklerimi alayım,” dedi.
“Benim ikizler acıkmıştır.”
Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.
Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..
“Bayat ekmekleri kendisi istiyor.” dedi fırıncı. “Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum.”
“Kim bu adam?” diye sordum.
“Kore gazilerinden ” dedi. “Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla.”
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.
“Aradaki farkı ben vereyim,” dedim. “Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler.” Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.
“Çok şanslısın hacı amca,” dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim.”
Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. “Allah, senden razı olsun evladım” dedi.
“Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?”

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Sevgiliye Son Mektup

Bir gün daha yaşandı ve bitti.Yeni bir güne tekrar açtım gözlerimi farkı yoktu aylardır uyandığım sabahlardan.Değişen tek şey takvim yaprağındaki rakam oldu.Yakalandığım hastalıktan kurtulmaya çabalıyordum ve her seferinde daha derine batıyordum. İlacımın zaman olduğu söylendi. Zaman denilen ilacı vaktini geçirmeden aldım ama hiçbir etkisi olmadı. Ne bir yan etki nede bir olumlu etki. Sonuç negatif. Antibiyotik olarak aldığım miller her yudumda içerimde oluşmuş yaraları tuz basarcasına yakarak geçti. Alev alev yaktı.
Ben daldığım ufuktaki hayalinle beraberken anlayamıyordum artık yanımda konuşulanları.
Bazen nerde olduğumu bile kavrayamıyordum nasıl bir illetse öyle sarmıştı bedenimi benliğimi.
Etrafımda ki insanlara aldırmadan kendi içimde büyüttüğüm yalnızlığımla beraber oturup seninle geçen günlerimi düşünerek gitmendeki mantığı bulmaya çalışıyorum.Sana göre insan doyduğu yerde mutluydu. Bense bu doğduğum, doyduğum, aşığı olduğum şehirde mutlu değildim. İnsan sevdiği yanında olmazsa neresi olursa olsun mutlu olamıyormuş.
Şimdi tek merakım yine sensin. Doyduğun o şehirde cidden mutlu musun,yada hiç anıyor musun ismimi, bir sigara yakarken sevgilim olsa sigarayı şöyle içerdi, miller’ına limon katmadan içmezdi, patates kızartması onun vazgeçilmeziydi diyor musun? Ben de saçmalıyorum işte adımı anacak olsaydın gitmezdin zaten di mi. Ben adını nefes aldığım her saniye andım ve ben gitmedim. Artık hastayım belki de yasta bilmiyorum ama ben seni beklemekten hiç vazgeçmedim. Bu aşığı olduğum şehirde sensizde olsam yaşamaya devam ettim.
Ve bugün anlamsız bir istekle sana bu ilk ve son olan mektubu yazdım.İster oku ister at.Bu senin sorunun. Bugün her şey son bulacaktı. Ardından çektiğim acı,yazdığım şiir,dinlediğim hüzün şarkıları ve en önemlisi aylardır arkan sıra döktüğüm gözyaşı bugün son kez akacak gözümden ve yanaklarım bugün son kez ıslanacak.
İşte böyle sevgili dedim ya artık hastayım yada yasta ben bile bilmiyorum.Tek bildiğim mutluluğun artık dudaklarımda acı ve sahte bir tebessüm olduğu.
Ben biz olmaktan vazgeçtim sevgili.Ve son kez başka bir şehirden ELVEDA…

3 Ağustos 2014 Pazar

3 Tonluk Göktaşını Çaldılar

Rusya’nın Sibirya ovasındaki bir araştırma merkezinde bilim adamları tarafından incelenen 3 ton ağırlığındaki göktaşı çalındı.
1908 yılında, büyük bir nükleer patlama etkisiyle Rusya topraklarına düştüğüne inanılan devasa göktaşının bir gecede araştırma merkezinden yok olması, polis güçlerini hayrete düşürdü. Rus İnterfax Ajansı’nda yer alan habere göre, Krasnoyarsk şehrinde bulunan Tunguska Uzay Araştırmaları Merkezi’ndeki devasa göktaşı, 99 yıldır bilim adamlarının gözetimi altındaydı. Araştırma Merkezi Genel Müdürü Yury Lavbin, “2004 yılında buraya getirilmişti. Bu büyüklükte bir taşın çalınması bizleri şoke etti. Meslektaşlarımız taş ile birlikte nelerin çalındığını da araştırıyor. Hırsızların neden böyle bir şeyi yaptığını anlayamadık.” diye konuştu. Dünya astronomi tarihine “Gizemli Tunguska Olayı” şeklinde geçen meteorun düşüşü, 1945′te Japonya’nın Hiroşima kentine atılan atom bombasından 1000 kat daha güçlü bir patlamaya neden olmuştu.

Benim Peygamberim Beni Kurtarır

Oruç Reis esir edilmişti. Bir süre zindanda kaldıktan sonra çıkartılarak bir gemide küreğe çakıldı. Papazlar ve Şövalyeler, İtalyanca, Ru...